Yerel basın dediğimde içim “cızz” eder! Ankara’da ve Adana’da tattığım yerel basın yılları...
70’li yıllarda özenerek takip ettiğim Yeni Asır Gazetesi ile ufkumu belirlediğim yerel basın rüyam...1971’de Rüzgarlı Sokağa giriş, 1980 sonrasında Günaydınlı yıllar... Ulus gazetesi sayesinde yine yerel basın sevdamla iç içe...
Sonra Adana’da geçen yıllarım! Günaydın’da Haldun Simavi döneminde yerel basına verilen önemin göstergesi olan Ekspres gazetesine kol kanat gerdiğimiz yıllar...
Ve, Asil Nadir’in çöküşü(!) ile biten ulusal basın sevdam!
1993’ten bu güne helal rızkı için koşan bir basın emektarı...
Muhalefet partileri sözcüleri, AKP iktidarının, kontrol altına alamadığı yerel basının sorunlarına ilgisiz kaldığını söyleyince ertelediğim bu yazıyı yazmanın artık bir hak olduğuna inandım.
Sakın bu yazı için alın teri akıtan yerel basındaki meslektaşlarım alınmasın!
Gerçek varlığı bilinmeyen ama devletten tıkır tıkır banknotları götürenlere!
Yerel basınının karşı karşıya bulunduğu sorunlar karşısında AKP iktidarının, “Yandaş olmayan bertaraf olur” mantığı ile hareket ettiği öne sürülürken, yerel basının çektiği vasıflı eleman sıkıntısından bahsedilince daha fazla da duramadım.
Evet doğrudur, yerel basının ilan gelirleri sürekli değiştirilen ihale kanunu ile gün geçtikçe azalmaktadır. Ama yerel basının vasıflı eleman sıkıntısı çektiğine inanmıyorum. Çünkü, vasıflı elemanlar, emektar gazeteciler bir kenara atılmış ve ucuz işgücü peşinde birkaç kişi ile gazete çıkarılır hale gelmiştir.
Bir gazetenin en az üç iletişim fakültesi mezununu kadrosunda bulundurma zorunluluğu getirilmesi, yerel basının ayakta kalabilmesi açısından güçlük değil, ileriye dönük yatırım olması lazım ama dediğim gibi vasıfsız kadrolarla çıkarılan gazetelerde maalesef o iletişimciler de kaybolmaktadır. Çünkü okullarında aldıkları derslerle pratikte yaşadıkları uyumsuzdur.
Bu konuda destansı bir yazı yazabilirim. Ama konuyu çok da genişletmeden Ankara’daki yerel basının önemli gördüğüm birkaç sorunundan söz etmek istiyorum.
Bir dönem 33 yerel gazete vardı Başkent Ankara’da…
Onlardan birisi de İş Alemi ismiyle başlayan ama daha sonra Ankara İktisat olarak yayın hayatına devam eden ilk gazetem...
İlk göreve başladığımdaki kadrosunun isim isim sayayım. Genel Yayın Müdürü Hakkı İhsan Sayın, sonraki hayatında genç iletişimcilere ders veren öğretim görevlisi idi.
Yazı İşleri Müdürü Haluk Egemen, basından uzaklaştı ama önemli bir kuruluşta genel müdür olarak hayatını sürdürdü.
Haber Müdürleri Zeki Ceyhan, hala bir İstanbul gazetesinde yazarlık yapıyor.
Aysun Nebrekli, yerel basından sonra yıllarca Anadolu Ajansında emek verdi.
Mehmet Durlu, basının emektarlarından...
Orhan Başkur ve Nuri Aslan, Hürriyet’ten emekli oldu.
Erdal Kelecioğlu, Milliyet Ankara bürosuna yıllarını verdi.
Ha keza Yılmaz Bozkurt, Sabah’tan emekli oldu.
Bendeniz, Ramazan Durmuş, Günaydın’da yıllarca hayat mücadelesi verdi bu gün de çok şükür basına emek vermeye devam ediyor.
Evet, genel yayın müdüründen odacısına bir kadro ancak bu kadar yetişebilirdi!
Bunları niye isim isim anlattım, bakın... Bir yerel gazete ki, bir dönem hep bir arada çalışan isimleri zamanı gelip yeterli tecrübeyi kazanınca çok satan gazetelerde dirsek çürütmüşlerdir, halen de çürütmeye devam edenler bulunmaktadır.
Bana şimdi bir örnek gösterin ki yerel basından çok satan gazetelere gidip hayat mücadelesi vermiş olsun. Çünkü genç iletişimciler yerel basında emek vermek yerine ismi şöhretim olsun gerekçesiyle çok satan gazetelerde ve görsel medyada karın tokluğuna hayatlarını sürdürmekte, ya da iletişim sektörünün dışında emek vermektedirler.
2010 yılında yani geçen yıl, kısa bir dönem yayın hayatında kalan Türkspor isimli bir gazetenin genel yayın müdürlüğü görevindeyken Basın İlan Kurumu Genel Müdürü sayın Mehmet Atalay ile bir çok defa karşılaştık. Ona dilimin döndüğünce Ankara’daki yerel basının sorunlarını aktardım. Hatta yerel basına iyilik yapmak istiyorsa beni gazeteleri denetlemede görevli yapmasını önerdim. Bugüne kadar o önerime karşılık bulamadım ama duydum ki, Ankara’daki gazeteler Ankara dışından denetçilerle denetlenmiş ve bu süreçte, depoda bekleyen ne kadar kağıt bobin varsa yazılı evraka dönüşmüş! Ama kader bu ya sonra da iade olarak gerisin geriye depoya dönmüştür!
Ankara basını bu gün hayatına 11 gazete ile devam etmektedir. Bildiğim kadarıyla bir tanesi, kısıtlı kadrosuyla ulusal ölçekte yayın hayatını sürdürmekte diğerleri birkaç ağabeyin gözetiminde sayfa sekreterlerinin elinde abonesi oldukları haber ajanslarının haberleri ile yazılı kağıt haline gelmektedirler.
Başta Ankara ve büyük kentlerimiz olmak üzere tüm şehirlerimizde yerden mantar biter gibi gazeteler çıkarılıyor. Bu gazeteyi yayınlayanlara da sen kimsin, necisin denmiyor. Gerekli evraklarını dolduran herkes bir gazete sahibi olup çıkıyor. En başta bu soruna bir kriter getirilmelidir. Basın savcılığının verdiği olurun dışında gazete örgütleri de onay mercii haline getirilmelidir.
Bir kişi bakkal dükkanı açacağı zaman ya da berber dükkanı açacağı zaman önce ilgili esnaf odasına kaydını yaptırır. Ama gazetecilikte böyle bir şey bile bulunmamaktadır.
Çürümüşlük de burada başlamaktadır. Bu ve bunun gibi birçok sıkıntı, yerel basının daha doğrusu Türk basınının kanayan yaralarıdır.
Kanayan yaralardan biri de gazetelerin kadro meselesidir. Maalesef, Basın İlan Kurumu şartları neticesinde kadrolar çok şişmiş vaziyettedir. Bu kadrolarda yer alanların çoğunluğu ise, gazetenin yayınında emek harcayanlar değil, bedava basın kartlarını taşıyanlardır. İlgililer bu konunun üzerinde de öncelikle durmalıdır.
Bu kadrolarda çoğu kere tanıdık dost ve ahbapların yanı sıra yakın akrabalar da yer almaktadır. Zamanı geldiğinde bu insanlar basın kartı aldıkları gibi yine zamanı geldiğinde basınla ilgileri olmamasına rağmen basın emektarı olup çıkmaktadırlar. Yani şerefli Türk basını bedavadan sosyal güvence alanı olmamalıdır.
Konu acil vaka…
Yazdıkça uzayan bu sorunları yıllardır anlatılan ve benim de hiç unutamadığım bir acı gerçek ile bitirmek istiyorum.
1970’li yılların ilk dönemleridir... Bir grup kafadar gazeteci akşam işlerini bitirdikten sonra Rüzgarlı Sokakta kapı önü tezgahta demlendikten sonra gece Çankırı Caddesi’nin pavyonlarında soluğu alırlar.
Kendileri gazeteci olduğu için ayrıcalık görmek haklarıdır değil mi? Masalarına çağırdıkları bir kadıncağıza gazeteci olduklarını ima edercesine basın kartlarını gösterince kadın daha fazla dayanamaz. Sutyeni içinde muhafaza ettiği basın kartını masaya fırlatır.
Bu mu ulan basın kartı?
Masada buz gibi bir hava eser... Fors kullanmaya gelen meslektaşlarım öyle bir şokla karşılaşırlar ki tam bir bozgundur! Ve, sonra öğrenirler ki söz konusu kadın Rüzgarlı Sokağın gazete sahiplerinden birinin dostudur!
Türk basınının sorunları ile ilgilenmek isteyenlere duyurulur.
Benden bu kadar!
Uyan Ankara basını, uyan yerel basın!
Uyan Türkiye!