Salgınlar, kıtlıklar ve benzeri zor zamanlarda yurttaşlar, devletle aralarındaki toplumsal sözleşmenin kasadan çıkarılmasını ve devletten tek başlarına başa çıkamayacakları bu durumları en iyi biçimde yönetmesini, kendilerinin ve sevdiklerinin zor zamanları en az hasarla atlatmasını sağlamasını bekler. Bu haklı beklenti, yurttaşların toplumsal sözleşmede kendilerine düşen vergi ödemek, bir arada yaşamayı mümkün kılan bir dizi kurala ve sınırlamalara uymak, topluma katkıda bulunmak gibi görevlerine karşılık, aynı sözleşmede devlete düşen sorumluluğun en adil ve en etkili biçimde yerine getirilmesi talebidir. Zor zamanlar, devletlerin gücünün, aklının ve vicdanının test edildiği ve tarih önünde hesap verebilirliğinin kaçınılmaz hale geldiği zamanlardır.
Büyükşehirler ve Zonguldak’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağının, yasağın başlangıcından sadece iki saat önce kamuoyuna duyurulmasının ardından yaşanan gıdaya erişim kargaşası ve kavgaları “zor zamanlar ve gıda” ilişkisinin boyutunu yeniden ve çok açık olarak ortaya koymuştur. İnsanların, temel bir insan hakkı olan gıdaya erişme konusunda kaygıya düştüklerinde, göze alamayacakları hiçbir tehlike, çiğnemeyecekleri hiçbir kural yoktur.
Bu bağlamda, zor zamanlarda alınacak her türlü önlemde, yapılacak her uygulamada konunun tarım ve gıda boyutu da düşünülmek durumundadır. Daha önemli olarak, yaşanan dönemin kamu politikaları paketi içinde tarım ve gıda politikalarına öncelikli bir yer verilmesi gereklidir.
Tarımın bütünüyle piyasa mekanizmalarına terk edilemeyeceğini görerek daha bir yıl önce “tanzim satış” düzenlemeleri yapan bugünkü hükümet, dar zamanlarda gerçekten kamucu yönü ağır basan politikalar belirlemelidir. Tarım ve gıda politikası kararları anlık ya da kısa erimli değil, çiftçilerin ve gıda işleyicilerinin en az bir yıl için önlerini görebilmeleri sağlayacak biçimde olmalıdır.
Üreticilerin doğru öngörüde bulunabilmeleri için şeffaf bir bilgilendirme ve tutarlı bir süreç yönetimi sağlanmalıdır. Risklerin devlet tarafından kontrol edileceğine ve hakkaniyetli bir biçimde paylaşılacağına inancın sağlanması zor zamanlardaki en kritik olgudur.
Kapsamlı ve bütünsel olarak planlanması gerekli tarım ve gıda politikalarında; girdi fiyatlarının makul hale getirilmesi, belirli ürünlerde çiftçilere alım garantisi verilmesi, çiftçi borçlarının ertelenmesi, hangi ürünlerin ithalatının durdurulacağının ve hangi ürünlerin ulusal gıda güvencesi bağlamında ihracata konu olamayacağının önceden ilan edilmesi, desteklemelerin arttırılması ve ödemelerin zamanında yapılması, aile çiftçiliğinin güçlendirilmesi, tarım işçilerinin hareketliliğine ve çalışma koşullarına ilişkin önlemlerin özenle alınması, üretici ile tüketici arasındaki mesafenin kısaltılması, gıda
zincirinde kırılganlıkların önlenmesi, gıda hakkı, gıda güvenliği, gıda egemenliği ve doğanın korunması başlıca konu alanları olmalıdır.
Bu dönemin tarım ve gıda politikaları, sadece üretim miktarlarını ve tüketici fiyatlarını gözeten değil, COVID-19 salgını sonrası insanlığı bekleyen yeni dünya düzenini öngören, insan değerlerine dayanan, aklın ve vicdanın buluşmasını sağlayan, etiği odağa alan politikalar olmalıdır.